Bitik Adam (der untergeher) 1983 yılında yazılmış Thomas
Bernhard eseridir. Kitabı yedi yıl evvel
okumuşum, artık yeni kitap okumama kararı aldığımdan kütüphanemdeki kitapları
tekrar okuyorum. Kitabı gördüm ve bir daha okudum.
KONUSU: yazar okul arkadaşı Wertheimer’in intiharı üzerine
cenazeye katılmaya gelir ve üç eski dost olan kendi, Wertheimer ve Glenn Gould üzerine
düşüncelerini paylaşır.
Üç ana karakter üzerinedir kitap; Yazar – Glenn Gould
(meşhur piyanist ama o piyano çalgıcısı dememi tercih ederdi kuşkusuz) ve
Wertheimer.
YKY tarafından 118 sayfa, Sezer Duru çevirisiyle okudum
kitabı. Şahane çeviri!
Yazar tüm kitap süresince derin derin Glenn Gould’u
anlatmasına rağmen asla onunla tanışmamış olması da ayrı bir ilginç durum.
Kitabı okurken ya da okumadan Goldberg Varyasyonları’nı
(bach) ve handel dinlemenizde müthiş fayda var.
Kitap tek paragraf. Sanki anlatıcı karşınızda size
anlatıyor. Kitapta durmak, ara vermek biraz zor. Zira kitapta bölüm
olmadığından (bölüm değil paragraf yok) kaldığın yerde yazarın neden
bahsettiğini hatırlaman lazım.
Gerçek zamanlı olarak sanıyorum kitap üç ya da beş saatte
geçiyor. Toplamda üç tane de mekan var; lokantaya girişle başlayan kitaptaki
lokanta, üst kattaki geceleyeceği odaya bakış ve kitabın bittiği Wertheimer’in
av evi. (ÖNEMLİ: şimdi düşündüm de bu konuda yüzde yüz emin değilim. Öyle gibi
hatırlıyorum ama. Çünkü geriye çok dönüyor ve detaylı anlatıyor mesela
konservatuar yıllarını bu zamandan kopuyorsunuz, sonra ansızın dönüyor neye
uğradığınızı şaşırıyorsunuz. Tabi bir de buna anlatılanları kaçırmamak için
verdiğiniz dikkati katınca, hızlı geçişler afallatıyor insanı)
Hayranlık, tutku, kıskançlıkla yoğrulmuş yetenek, ün
düşkünlüğü, bohem hayatlar vb elli bin tane laf edilebilir kitap üzerine ama
kanımca kitap okunmadan bir anlamı olacağını sanmıyorum.
Karamsar ve gerçekçi bir kitap. Özellikle yazarın Avusturya’nın
karanlık ve melankolik havasını anlatması beni geçmişe, o dinmeyen yağmurlu
Reutte günlerine götürdü.
Kitap yazarın kendi kendine düşüncelerinden oluşuyor. Monolog.
Ancak otelci kadınla ve Franz ile konuşurken biraz diyalog oluyor gibi.
Kahramanların hiçbiri normal insan değil bu arada. Bence bu
atlamamak lazım. Üçü de sanatçı ancak bunun ötesinde oldukça varlıklı ailelerin
çocukları. Zaten kitapta Wertheimer ve yazarın kendisinin, ailelerine tepki
olarak müziğe başladıkları vurgulanıyor. Yani okurken hiç bilmediğimiz, gerçekten
yetenekli, zeki ve yaşam kaygısı olmayan bir takım insanların dünyasına
giriyoruz. Bu bağlamda ben sadece onları anlamaya çalıştım. “Neden bir
davranışı bu şekilde yapıyorlar çok aptalca” gibi bir yargıda bulunamadım. Bambaşka
dünyadalar.
Kitabı okurken edebiyatın ne kadar sert olduğunu da
düşündüm. “Belki de insanların çoğu bu yüzden edebi eserlerden kaçıyorlar”
demedim de değil. Edebiyat gerçekleri tokat gibi vuruyor ve insanoğlu
gerçeklerin katlanılamaz düşüncesi karşısındaki acizliği ve korkaklığını, ondan
kaçarak, sanki o yokmuşçasına, hiç oralı olmayarak geçiştirmeye çalışıyor. Bunu
unutmazsam bir ara düşünüp yazabilirim; insan edebiyata neden mesafelidir…
SONUÇ : Eğer sağlam temellere
oturtulmuş karamsarlıkla başa çıkabilecek psikolojide olduğunuza inanıyorsanız
OKUMALISINIZ. Kitabın içinde durup tekrar tekrar okunulması gereken sayfalar
yok (Thomas Mann Büyülü Dağ mesela bazı durumlarda özellikle geri dönüp
okunulması gereken bir kitaptı bence) ama düşünceler oldukça yoğun verilmiş. Karar
sizin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder