20 Mayıs 2012 Pazar

BİTİK ADAM THOMAS BERNHARD KİTAP ELEŞTİRİSİ


Bitik Adam (der untergeher) 1983 yılında yazılmış Thomas Bernhard eseridir.  Kitabı yedi yıl evvel okumuşum, artık yeni kitap okumama kararı aldığımdan kütüphanemdeki kitapları tekrar okuyorum. Kitabı gördüm ve bir daha okudum.

KONUSU: yazar okul arkadaşı Wertheimer’in intiharı üzerine cenazeye katılmaya gelir ve üç eski dost olan  kendi, Wertheimer ve Glenn Gould üzerine düşüncelerini paylaşır.  

Üç ana karakter üzerinedir kitap; Yazar – Glenn Gould (meşhur piyanist ama o piyano çalgıcısı dememi tercih ederdi kuşkusuz) ve Wertheimer.

YKY tarafından 118 sayfa, Sezer Duru çevirisiyle okudum kitabı. Şahane çeviri!

Yazar tüm kitap süresince derin derin Glenn Gould’u anlatmasına rağmen asla onunla tanışmamış olması da ayrı bir ilginç durum.

Kitabı okurken ya da okumadan Goldberg Varyasyonları’nı (bach) ve handel dinlemenizde müthiş fayda var.

Kitap tek paragraf. Sanki anlatıcı karşınızda size anlatıyor. Kitapta durmak, ara vermek biraz zor. Zira kitapta bölüm olmadığından (bölüm değil paragraf yok) kaldığın yerde yazarın neden bahsettiğini hatırlaman lazım.

Gerçek zamanlı olarak sanıyorum kitap üç ya da beş saatte geçiyor. Toplamda üç tane de mekan var; lokantaya girişle başlayan kitaptaki lokanta, üst kattaki geceleyeceği odaya bakış ve kitabın bittiği Wertheimer’in av evi. (ÖNEMLİ: şimdi düşündüm de bu konuda yüzde yüz emin değilim. Öyle gibi hatırlıyorum ama. Çünkü geriye çok dönüyor ve detaylı anlatıyor mesela konservatuar yıllarını bu zamandan kopuyorsunuz, sonra ansızın dönüyor neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz. Tabi bir de buna anlatılanları kaçırmamak için verdiğiniz dikkati katınca, hızlı geçişler afallatıyor insanı)

Hayranlık, tutku, kıskançlıkla yoğrulmuş yetenek, ün düşkünlüğü, bohem hayatlar vb elli bin tane laf edilebilir kitap üzerine ama kanımca kitap okunmadan bir anlamı olacağını sanmıyorum.
Karamsar ve gerçekçi bir kitap. Özellikle yazarın Avusturya’nın karanlık ve melankolik havasını anlatması beni geçmişe, o dinmeyen yağmurlu Reutte günlerine götürdü.

Kitap yazarın kendi kendine düşüncelerinden oluşuyor. Monolog. Ancak otelci kadınla ve Franz ile konuşurken biraz diyalog oluyor gibi.

Kahramanların hiçbiri normal insan değil bu arada. Bence bu atlamamak lazım. Üçü de sanatçı ancak bunun ötesinde oldukça varlıklı ailelerin çocukları. Zaten kitapta Wertheimer ve yazarın kendisinin, ailelerine tepki olarak müziğe başladıkları vurgulanıyor. Yani okurken hiç bilmediğimiz, gerçekten yetenekli, zeki ve yaşam kaygısı olmayan bir takım insanların dünyasına giriyoruz. Bu bağlamda ben sadece onları anlamaya çalıştım. “Neden bir davranışı bu şekilde yapıyorlar çok aptalca” gibi bir yargıda bulunamadım. Bambaşka dünyadalar.

Kitabı okurken edebiyatın ne kadar sert olduğunu da düşündüm. “Belki de insanların çoğu bu yüzden edebi eserlerden kaçıyorlar” demedim de değil. Edebiyat gerçekleri tokat gibi vuruyor ve insanoğlu gerçeklerin katlanılamaz düşüncesi karşısındaki acizliği ve korkaklığını, ondan kaçarak, sanki o yokmuşçasına, hiç oralı olmayarak geçiştirmeye çalışıyor. Bunu unutmazsam bir ara düşünüp yazabilirim; insan edebiyata neden mesafelidir…

SONUÇ :  Eğer sağlam temellere oturtulmuş karamsarlıkla başa çıkabilecek psikolojide olduğunuza inanıyorsanız OKUMALISINIZ. Kitabın içinde durup tekrar tekrar okunulması gereken sayfalar yok (Thomas Mann Büyülü Dağ mesela bazı durumlarda özellikle geri dönüp okunulması gereken bir kitaptı bence) ama düşünceler oldukça yoğun verilmiş. Karar sizin. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder