18 Ocak 2012 Çarşamba

Manzara Fotoğraflarında Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar

Merhabalar
Bu yazıda manzara çekimi için dikkat edilmesi gereken birkaç noktayı belirtmeye çalışacağım. Gerek kendi tecrübelerim gerekse kaynaklardan okuduğum ipuçları doğrultusunda, aşağıda sizlerle paylaşmak isterim. Unutmayın bunlar kanun değil, sanatçı sizsiniz; ürün sizin ürününüz yorum sizin yorumunuz olacaktır.


love this too

Buyurun;
Doğru ekipman; bu konu bence en önemlisi. Manzara fotoğrafı çekmek için genelde geniş açı lens tercih edilir. Bunun yanında cihazın pili dolu olmalı, icabında yedek pil ya da ek lens de çantanızda durmalı.
Tripod ve Tetik; bu ikiliye dikkat  manzara çekecekseniz ve düzgün bir çekim yapmak istiyorsanız, olmazsa olmaz. Yalnız tripodu hemen her yere kurmayın. Çekeceğiniz fotodan emin olduktan sonra kurun ki tak, beğenmedin sök; olmuyor.. tetik de titreşimi minimum a indirir. Sapıklığın alemi yok diyecekseniz belki ama, ayna kaldırarak da çekim en iyisi!
Düşük ISO; iso’yu en düşük değere almak en gürültüsüz fotoların çıkmasına olanak verir.


louvre sky


F değerinizi mümkün mertebe yükseltin. Bu anlamda foroğraf makineniz diyafram öncelikli modda da kullanılabilir.
Altın Zaman diye tabir edilen gün ağarırken ve batarken çekmeye özen göstermek de önemlidir. Işık çok güzel oluyor o vakitlerde.
Yüksek Noktaları saptamakta fayda var. Oradan adı üzerinde “manzara ya bak” dersiniz ya, başlangıç için çok iyi. Özellikle arabada giderken yol kenarlarında bolca rastlarsınız yüksek noktalara. Ya da bir şehirdeyseniz yüksek noktalar mesela Galata Kulesine çıkın ve çekin.
Filtre kullanmak da oldukça önemli. Özellikle Polarize filtre ve ND filtre görüntüyü çok daha güzel yapacaktır. Ancak bunların kaliteli olanları biraz pahalıdır.


paris do i really love you?




Ön ve Arka planı iyi seçmek de lazım. Arka plan malum bir dağ olabilir, gökyüzü olabilir. Ancak ön plana da nesne koymak da fayda var; mesela çiçeklerle başlayabilir kompozisyon ve uzanır gider.
Her zaman RAW çekmek lazım! 
Çizgiler önemli; mesela dikine enine çizgileri hatları kompozisyona iyi yerleştirmek önemlidir. Bir çizgi bitip diğeri başlamalı; ufuk çizgisi, dağ hatlarıyla buluşur, uzar gider… Mesela alttaki fotomda yapmaya çalışmışım.


sagra da familia subway

Çekilecek manzara için etrafı iyice dolaşmak da lazım! Nereyi çekeceğinizi bilmelisiniz.
Havayla barışık olmak da çok hassastır. Güneşli havadan ziyade puslu, sisli, rüzgarlı bulutlu havalar fotoğrafa çok daha etkileyici ve dramatik bir hava verir.
Yeni açılar bulmak! Mesela Özgürlük Anıtını herkes çekiyor. Ama güzel fotoğraflar genelde birbirinden farklı olanlar. O yüzden çekeceğiniz manzaraya yeni açılardan bakmaya çalışın. Kimsenin göremediği kaçırdığı gözle!


camp nou - barcelona - més que un club


Önce bir çıplak gözle bakın çekeceğiniz manzaraya. Siz etkileniyor musunuz? Sonra da vizörden bakın. Bence önce gördüğünüzü sizin beğenmeniz en birinci kural!
Tabii ki bol bol manzara fotoğraflarına bakın. Çünkü hepsi ciddi emeklerin ürünü. Hem exif bilgilerine hem de açılarına dikkat ederseniz, zamanla her şeyi daha net görmeye başlayacaksınız.
ve de şans… herşeyiniz hazır olur, doğru zaman doğru yer vs. pat bir yağmur başlar.. :) kallavi bir küfür sallarsınız..
rastgele!

17 Ocak 2012 Salı

Nikon d4 ve Düşük Işık Noise Test

Nikon 6 ocak 2012 günü D4 ü tanıttı. Normalde kendim tecrübe etmediğim cihazları yazmam. Ancak bu uzun süredir bekleniyordu ve Türkçe arayan arkadaşlara kolaylık olması ve cihaz hakkında kabaca bilgi sahibi olmaları açısından yararlı bulduğum linkleri paylaşmak istiyorum.






alttaki orjinal nikon sayfasındaki linktir;
Nikon Düşük ışık performansını (yüksek ISO) abimiz saolsun çekmiş, yayınlamış. Noise performansını jpeg fotolarla görebilir hatta tam boyutlarda yükleyebilirsiniz. Exif bilgilerini okurken, kamera kısmında D4 ü görmek de bir zevk ha :)
Alttaki video ise ürün tanıtımı:


Bu video ise D4 ile güzel İstanbul’umuzda çekilmiş tanıtım filmi;


Umarım bir gün kullanmak hepimize nasip olur :)

Alex Honnold - Düz Duvara Tırmanan Adam

Merhaba;
Nikon 6 Ocak tarihinde yeni bir DSLR tanıttı; D4! bu cihaz hakkında araştırma yaparken, D4ün tanıtım filminde oynayan bir tırmanışçı gördüm; Alex Honnold.
Alex Honnold 26 yaşında ağustos 1985 de Sacramento’da dünyaya gelir. Sacramento’dan hemşehrim olur kendisi :) 10 lu yaşlarında Sacramento’da tırmanış kulübüne üye olmuş ve günde üç saat haftada 6 gün idman yaparak bugünlere gelmiş. Baba Berkeley’de mühendislik okurken, fakülteyi de tırmanış aşkıyla yarıda kesip tamamen bu işe konsantre olmuş. Alttaki video Onun Alone on The Wall isimli belgeseli muhakkak izleyin.






FREE SOLOING denen kavram şu; ip olmadan sadece tırmanış ayakkabılarıyla tırmanmak. ne kadar tehlikeli olduğunu bir hayal edin; HATA DEMEK ÖLÜM DEMEK! bunu dünyada tırmanan insanlardan %1 inden azı yapabiliyormuş! bir çok tecrübeli dağcı da free soloing yaparken yaşamını yitirmiş. Alex’in bir dolu rekoru ve ödülü var bu alanda.
Kendisi de enteresan biri. Van’de ( bizdeki transporter gibi arabalar) yaşıyor ve kocaman parmakları var (ki kolay değil bütün vucudunu taşıyorlar) ve “neyi yapabilip neyi yapamayacağımı bilirim” diyor. “Amacım başıma kötü birşey gelene kadar bunu sürekli zorlamak değil. Birgün bırakacağım ama bıraksam da bu yaptığım işin taşıdığı riskten dolayı olmayacak” diyor.  Arkadaşları ona “alex önemsiz şeylerin adamı” diyormuş. Kendisi çevresine bu izlenimi veriyormuş; oldukça alçak gönüllü; “bazen tırmanırken dinleniyorum ve kendime şunu soruyorum; ne işim var burada, ne yapıyorum?” diyor.
Tırmanmadan önce tırmanacağı yere iki kez iple tırmanıp rotasını çiziyormuş Alex. Daha sonra da tırmanışa başlayacağı yere kadar doğada iki saat yürüyor! en zor zeminlerin, kayalardaki nemli ve ıslak yerlerin olduğunu söylüyor. En yapılmaması gereken ise tereddüt etmek diyor. “Tırmanırken asla heyecanlanmam eğer vücudum adrenalin salgılıyorsa bu kötü birşey oluyor demektir” diyor.




üstteki video da NAT GEO nun çekmiş olduğu video.
Ben şansa nette bulduğum bu arkadaşı izlerken çok düşündüm. İlk başta anlamadım ne yaptığını. Film gibi izledim açıkçası. Bir yandan da her an düşecekmiş gibi bekliyorum ne yalan söyleyeyim. Ancak bir saat kadar seyredip röportajlarını izleyince biraz biraz gerçek bir adam olduğunu, bizden aramızdan biri olduğunu anladım. Yaptığı iş oldukça korkunç. Ama daha garibi bir insan neden bunu yapar? Zaten kendisi tırmanırken vücudundan ziyade beyninin yorulduğunu söylüyor. Ben ne demek istediğini gayet iyi anlıyorum. Bakıldığında yaptığı tırmanma duvarlarına tırmanıştan farksız. bir bir yeni delikler bularak ilerliyorsun ancak derinlerde hata yaparsan sonucun MUTLAK ÖLÜM olacağını bilmek bence ÇELİK GİBİ SİNİRLER GEREKTİRİYOR! Öte yandan da bu şekilde tırmanışı anlamsız gelmiyor değil. Bir insan neden hayatını bu şekilde tehlikeye atar ki? Ama tırmanırken şakalaşmalarına ve suratındaki sakinliğe dikkat edin. Bizim yolda yürüdüğümüz ya da her hangi bir sporu yaparken verdiğimiz tepkilerden bir farkı yok! Çok ilginç…
Yani velhasıl görüntülerden, yaptığından mı etkilensem yoksa bana düşündürdüklerinden mi bilemiyorum! Bana kalırsa bu adam modern çağ filozofu!
NOT: bir de CBS 60 Minutes belgeseli var. onu ekleyemedim yasak diyor youtube ama izlerseniz hoşunuza gidecektir.
iyi günler

11 Ocak 2012 Çarşamba

Gülün Adı Umberto Eco Kitap Eleştirisi ve Yorumlar

Gülün Adı benim en sevdiğim romanlardan biridir. Fotoğrafta da gördüğünüz üzere ilk olarak 17 ocak 2000 senesinde almışım. okur okumaz da hemen Amerika’dan kitabın ingilizcesini ve de kitapta anlatılan karakterler ve olayları açıklayan “key to the name of the rose” (gülün adının anahtarı) adlı kitabı almıştım. o zamanlar internet bu kadar gelişmiş değildi. hoş hala daha kitapta adı geçen olayları nette bire bir bulacağınızı düşünmüyorum. belki detaylı araştırırsanız ortaçağ tarihini bulabilirsiniz. Kitabı en az 4 kez okudum. Zaten parça parça olmuş :) bantlamışım sayfalarını, öyle bir arada duruyor. her neyse alttaki yazı yıllar önce kitap hakkında yazdığım cümleler. buyurun;
eco ve gülün adı.. sanırım ortacağ tarihi hakkında avrupayı merak eden birinin kullanacagı önemli kaynaklardan biri gülün adı.Bence kitabı 3 temel olgu üzerine Umberto incelemeliyiz:
1- cinayet romanı; kitap 1327 yılında kuzey italya da bir manastırda art arada işlenen ve rahipler arasında huzursuzluk yaratan cinayetleri çözmek amacıyla davet edilen baskerville li william ve onun çömezi melk li adsonun hikayesidir roman. gercekten sürürkleyicidir hikayenin bu kısmı ama ilk bakışta budur romanın tarifi..
2- kaynak kitap olarak gülün adı; eco göstergebilim profesörüdür ve hobisi de ortaçağdır. melk li adso nun agzından yazılmış kitapta kesinlikle tarihi bir hata yoktur bilakis herhangi bir akademik çalışmada kullanılacak kadar pürüzsüz ve gerçektir yazılanlar kitapta. bu noktada biraz iş tabiki karmaşıklaşıyor çünkü gercekten ortaçağ avrupasını bilmiyorsanız fazlaca yorulacaksınız keza ders kitabı niteliğine (ansiklopedik roman) bürünüyor roman özellikle şadan karadenizin çevirisinde dipnotlarla bayağı okumanız yavaşlayacaktır. üstte belirttiğimiz üzere baskerville li william ın görevi cinayetleri soruşturmaktı demiştik bu noktada bir öteki görevi ortaya cıkmaktadır: papanın temsilcilerinden oluşan bir heyetle de fransiskenler adına konuşmaktır. iki heyetteki karakterlerde gercekte yaşamış (baskerville william hariç) insanlardır hatta adso bile ki zaten tüm metin onun el yazmasıdır.
3- postmodern gülün adı; alegori aynalar şifreler labirentler vs. başka ne diyebiirim ki.. insanın kafasını yoran sürekli olarak sende içeri gir ve manastırın duvarlarına dokun esrarı çöz diyen yapı. ayrıca baskerville william ın sherlock homes çömezinin watson u andıran ayrıca l. borges i de içine katan bir roman. ama inanın bu yönünü anlamanız kitabı okudukca elle tutulur hale gelecek
kitabı 3 kez okunmasını tavsiye ediyorum ancak eco nun “sonrası” adlı gülün adı üzerine kendi yazdığı yazıdan iki uyarıyla bitirmek istiyorum ilki aşağı yukarı şöyle ilk yüz sayfa yı atlatabilirse okuyucu kitabı bitiri diyor ve öteki de; ben okuyucunu elinden tutup ortaçağa götürdüm bu zamandan kopup gelecekler okumalı bu kitabı yoksa hiç başlamalılar diyor. karar sizin..
NOT: The Key to The Name Of the Rose Kitabını isteyenler bana ulaşabilirsiniz!
SONUÇ: OKUYUN! Ben bu kitabı 4 defa okudum. Nasıl okumayın diyebilirim ki?

Sibirya Ekspresi Transsiberian 2008 Fikirler

Baya zamandır aklımda olan bir fikir Sibirya ekspresi ile Moskova’ya gitmek. Geçenlerde markette ucuz dvd lerin önünden geçerken gördüm filmi hemen aldım! Biraz da sitem ettim kendime nasıl kaçırırım bu filmi bugüne kadar diye!

Hemen yazalım; İZLEYİN


KONUSU:  Çin’den Moskova’ya gitmek üzere Sibirya Ekspresine binen Amerikalı çift Roy ve Jessie, yolculuk esnasında Carlos ve Abbie ile tanışır ve olaylar gelişir.

kısa kısa…

Film 2 saate yakın sürüyor ve türü macera-belgesel! Film içinde sizi sürükleyen, gizemli bir konu var. Ancak bence esas olun Sibirya ekspresindeki havayı solutması. Belgesel nitelikte veriyor. Tabii ki isterseniz gizemine kaptırırsınız kendinizi. Yani size iki seçenek sunuyor; belgesel boyutu ya da gizemi çözme boyutu! Bu gizem de nedense Rusya ile ilgili filmlere pek yakışıyor. Onca yıl kapalı kaldılar ya hayal gücümüz hala aç sanırım ve uydurup inanmakta pek istekliyiz ;)

 Yönetmen Brad Anderson; Makinist filminin yönetmeni. İnce bir ipte oynuyor. Kendini zorlamayı seviyor. Yalnız Makinist filminde Dostyevski anlatımından fazlaca etkilenmişti bu filmde çok daha özgün.
Oyuncuların fazla ahım şahım olduğunu düşünmüyorum. Sadece Roy u oynayan Woody Harrelson’u etkileyici buldum. Bir de belgesel tadında dedim ya film, son yıllarda spontane çekilmiş o kadar belgesel izledim ki, bazen onlardan biri gibi bir tad verdi. Yani klasik koşullanmalarımın kurbanı olmuş olabilirim. Ancak oyunculardan Roy hariç kimse de öne çıkıp bana dur dememiş.

Birkaç yerde gördüm, Hitchcock karşılaştırmaları yapılmış. Sadece ortada bir gizem var diye mi bilemiyorum. Ama hitchcock filmlerinde bu kadar görsellik yok. Hani dedim ya belgesel tadında diye o anlamda. Film bazen istasyonların hangisinde inip etrafa bakmak gerek olduğuna kadar anlatıyor. Bir de burada karakterler sorunlara bulaşsa da çözmeye çalışmıyorlar aslında. Beladan kurtulup gitmek istiyorlar…

Film sonlara doğru hızını kaybediyor. Gizem hızlıca çözülüyor. Oldu bittiye geliyor yine! Bu tip çözümleri hiiiiiç sevmiyorum! İstiyorsun ki sorunu çözen de yalancı olsun o başka bir şey uydursun, kime güveneceksin şaşır! Tam bitti derken yeni bir şey başlasın J galiba hitchcock’tan bu noktada da ayrılıyor.

Unutmadan sonlara doğru trende Roy ile Jessi nin yürüdüğü bir sahne var! İNANILMAZ BÜYÜLEDİ BENİ! Bir de kar da Sibirya Ekspresinin gidişi! O manzaralar da çok başarılı.


SONUÇ: Gizem dolu kültürlerarası bir yolculuğa çıkmak istiyorsanız KAÇMAZ! 

1 Ocak 2012 Pazar

ANNEM GEORGE BATAILLE ELEŞTİRİ FİKİRLER

George Bataille okumadan önce nette kabaca bir araştırma yapmıştım.
UYARI: Üslubunun  oldukça erotik hatta pornografik olduğunu biliyordum. Bilginiz olsun.

Annem 309 sayfadır ve beş farklı hikayeden oluşur;

(Hikayeleri tek tek yazmayacağım. Aşağıda kabaca okurken nasıl hissettiğimi yazacağım. Göğün Mavisi’ne iğrenç dememin sebebi öykünün kötü, mide bulandırıcı olmasından kaynaklanmıyor ilk okuyan kişinin alışma evresi demek daha doğru olur!)
_
Madam Edwarda; İlginç
Göğün Mavisi; İğrenç
Annem; okunuyor
Ölü Adam; zirve
Gözün Öyküsü; son nokta
_
Unutmadan Annem adlı hikayenin filmi de var! ben bulup izleyemedim ama haberiniz olsun!
_
Kitabı Ayrıntı yayınlarında okudum. Fikirler yoğun.  Çevirmen iyi ya da kötü çevirmiş diyemiyorum. Bazı karmaşıklıklar BAtaille’ın düşüncelerinin giriftliğinden ve Fransızca’nın gücünden kaynaklanıyor olabilir. Tek solukta okunacak bir kitap değil.
_
Benim en beğendiğim hikaye Ölü Adam oldu. Müthiş bir hayal gücü, yaratıcılık ve sınırları zorlama var!
_
Yazar edebiyatta alışık olmadığımız bir tarzda yazıyor; erotik hatta pornografik! Ancak PORNOGRAFİK DİYORSAM ASLA SİZİ CİNSEL ARZULARA İTECEK BİR ÜSLUP DEĞİL. Playboy hikayeleri değil yani. Pornografi tüm sertliğiyle başucunuzdayken, esas sizi şaşkına çeviren, ilgilenmekte olduğunuz kahramanın ruh durumu! Çok derin tahliller var hikayelerde. Bence erotizmi anlatımı güçlendirmek ve kahramanların çektiği acıların boyutunu vurgulamak için kullanmış. (bu erotik anlatımın da kuvvetsiz olduğu anlamına gelmemeli!) Bu şuna benziyor; bir bomba patlamış ve her yer kafa-kol parçaları dolu ancak siz kanlar içinde kalmış bir insan kucağınızda can çekişiyor ve onu kurtarmaya çalışıyorsunuz.
_
Bir diğer ortak özellik de kahramanlar hep kadınlar. Erkek kahraman olan hikayede bile anlatıcının tüm yaptığı bir kadını anlatmak. Bataille kadınların zekasına ve liderliğine o kadar güveniyor ki erkekler sadece kadınlara ayak uyduruyor.
Bir de anlamadığım lezbiyenliğe fazlaca yer verirken homoseksüellik teması çok az var!
_
Açıkçası çok derine inip yanlış tespit yapmaktan korkuyorum.  O yüzden okurken rastladığım ve siz de okurken ister istemez rastlayacağınız bazı kavramları vererek bu yazıyı bitirmeliyim;
Aşk, seks, ölüm, inanç, işkence, tabuları yıkmak, kötülük, hedonizm, ensest, sapkınlık, acı,cinsel ilişki, porno, sadizm…
_
SONUÇ:  Kendinizi sert anlatımı okumaya hazır hissediyorsanız (hem pornografik hem tabuları yıkmak hem de psikolojik anlamda) okuyun. Eğer Bataille’ın Annem adlı kitabını okurken iğrenirseniz  ve yazara karşı cephe alırsanız çok şey kaçırırsınız. Bu kitabın beyin açacağını düşünüyorum. Fakat eğer iyi bir okuyucu değilseniz ve düzenli okumuyorsanız bence okumayın. Biraz daha bekleyin derim.