27 Ocak 2013 Pazar

Çernobil Faciası Nedir ? Yıllar sonra Çernobil'de Doğal Hayat

Nükleer Enerjiye karşı tavrım hakikaten çekimser. ( Yazının sonuna doğru sanırım hayır diyecekseniz :) Ne düşüneceğimi bilemiyorum. Bir yanda hayatımızı çok kolaylaştıran bir güç var, öte yanda en ufak hatada nesilleri etkileyecek bir facia olabiliyor. Bence bizim yine de uzak durmamızda fayda var. Şimdi nereden çıktı bu diyeceksiniz. Efendim geçen gün Çin'deki malum kirlilikten ve insanlar üzerindeki kanserojen etkisinden bahsetmiştim.  Hazır konu kirlilikten açılmışken bugün bir de baktım independent gazetesinde bir haber; Çernobil'de yıllar sonra yaban hayat fotoğrafları. Konu tam da laf üzerine geldi açıkçası. Çernobil 'de Nükleer bir patlama olduğu hepimizce malum bir hadisedir. Ama ne oluğunu kuvvetle muhtemel yeni nesil pek bilmiyordur. Aslında bence okullarda ders olarak anlatılması gereken ve memleketimizi de  derinden etkileyen bu faciayı kısaca anlatıp fotoğraflarla sizleri baş başa bırakmak istiyorum. Yazının amacı Çernobil Kazasını anlatmak değildir. Burada paylaşmak istediğim Ukraynalı Biyolog ve Fotoğrafçı Sergei Gaschak'ın kazadan yıllar sonra Çernobil Pripiyat civarında çektiği yaban hayat fotolarıdır.

  1bannerkonu

ÇERNOBİL NEDİR?

26 Nisan 1986 günü Çernobil'deki 4 numaralı reaktörün patlaması sonucu meydana gelen yüzyılın faciası denebilinecek kazadır.  Hiroşima ve Nagasaki'ye atılan atom bombalarının yaklaşık 200 katı kadar radyoaktif madde atmosfere salınmıştır.Öyle ki patlamanın etkileri Afrika'ya Japonya'ya kadar ulaşmış; hatta Çernobil'de patlama olduğunu dünyaya duyuran Sovyetler Birliği değil, Norveç'tir.  Bu boyutta bir kaza!

ÇERNOBİL'DE NE OLDU? 

 Çernobil Reaktörü Ukrayna'da Kiev'in km kuzeyinde bulunan tesistir. 26 Nisan 1986 gecesi; reaktörün çalışması aniden durdurulduğunda, buhar türbinlerinin daha ne kadar süreyle çalışmayı sürdüreceğini ve böylece ne kadar zaman daha acil güvenlik sistemine güç sağlayabileceğini öğrenmek amacıyla reaktörlerden birinde deney yapmaya karar verilir. Tabii bu deney 1 dakika sürüyor. Çünkü 1 dakika sonunda aşırı 
ısınmadan patlama oluyor.

  111

İnanın daha fazla yazmak istemiyorum. Okudukça şu kadar satırı bile bunu yapanlara küfür etmeden yazabildiğime şaşırıyorum. Hakikaten bu kadar saçmalık olmaz. Bir dolu insan hatası üst üste geliyor ve nesilleri yüzyılları etkileyecek bir felaket ortaya çıkıyor. Sorumlusu kim belli değil. 

Bilanço; 
 Patlamada ölen insanlar 
 Enkaz yerini kaldırmada çalışan asker ve itfaiyecilerin ölümü 
 Civarın boşaltılması, evinden olan insanlar 
 Daha sonra radyoaktivite yüzünden olan kanser 
 Nesilleri etkileyen genetik bozukluk 
 Dünyayı etkileyen kanserojen zırvalıklar...
 OFFFFFFFF .... Hakikaten başımı ağrıttı. Ama yapacak birşey yok olayın tarihten ders almak mecburiyetimiz var! Bu işler o kadar kolay değil. Düşünün geçen sene Belçika'da bir belgesel izlemiştim, adamlar gidip Çernobil'de radyoaktivite ölçüyorlar, sonuçlar olay sanki yeni olmuş gibi.. halen o kadar yüksek ki radyoaktivite hareketi şaşarsınız! Düşünün O BÖLGENİN TEMİZLENMESİ BİRKAÇ YÜZYIL SÜRER DİYORLAR!!!  Daha da benim içime dokunan oranın köylüleri ihtiyar ebeler tutmuş oraya dönmüşler. "Burası bizim köyümüz, ben başka yerde yapamam, ölürsem de köyümde ölürüm" diyorlardı babuşkalar. Haydi buyur buradan yak! 

 Biliyorsunuz bu facia Ukrayna'nın komşularından bizi de etkiledi. Bir sürü insanımız özellikle Karadeniz'de kanserden öldü ki halen daha kanser oranı eskiye oranla çok yüksek.
  1bannerkonu



FOTOĞRAFÇI SERGEI GESCHAK  VE KONUYLA ALAKASI

Benim sizlerle paylaşmak istediğim ise aslında Sergei Gaschak'ın çalışmalarıydı. Bölge 27 yıl evvel boşaltıldığından şimdi doğa kendini yenilemiş, cennetten bir köşe olmuş; tabii FOTOLARDA ÖYLE! Radyoaktivite halen devam etmekte. Ama zavallı hayvancıklar, oradaki sulak araziyi, doğayı görüp, aldanıp civarda bir habitat oluşturmuşlar. İşte biyolog Sergey Geschak'ta bu olayı tuzak kameralar sayesinde fotoğraflayıp doneleri almış ve paylaşmış.; 
  Fotoğraflar için alttaki linki tıklayabilirsiniz:  

http://www.slate.com/articles/health_and_science/nuclear_power/2013/01/chernobyl_wildlife_the_radioactive_fallout_zone_is_a_wildlife_refuge_photos.html 

 Bir bakın derim. Güzel bir çalışma. Aşağıda ve yukarıda örnek teşkil etsin diye 2 fotoğraf paylaşıyorum haber kaynakları en alttadır
  1111 

  KAYNAKLAR

http://www.independent.co.uk/news/world/europe/life-after-chernobyl-sergei-gaschaks-photography-from-inside-the-zone-8467725.html

 http://www.slate.com/articles/health_and_science/nuclear_power/2013/01/chernobyl_wildlife_the_radioactive_fallout_zone_is_a_wildlife_refuge_photos.html

26 Ocak 2013 Cumartesi

Çin’deki Hava Kirliliği . . .

Merhabalar 

Geçen gün Çin'den bir arkadaşımla konuştum. Kızcağız "hastayım ölüyorum" dedi. Bende "normaldir, kış vakti tabii" diyecek olsam da delirdi. "alakası yok egzos gazından oldu bu" dedi. He deyip geçtim. Egzost gazından olur mu hiç bu denli kirlilik dedim kendi kendime. Sonra internette bakınırken bir de ne göreyim bizimki doğru söylüyormuş; haber şu 

"Çin Semaları: Kirliliğin Zehirleyen Boyutları "

Hiçbir ülke çevreyi kirletmeden endüstriyel kalkınmasını sağlayamaz, Çin de bunlardan birisi. Hızla büyüyen hava kirliliği. Sağlık bakanlığına göre Çin'de en önemli ölüm sebebi Hava Kirliliğinin neden olduğu Kanser! Kirlilik her sene binlerce ölüme yol açmakta. Fabrikalar ve Otomobil zehirli gazları (egzosları) Pekin'de pek çok uçuşun rötarlı olmasına ve hatta Pekin uçuşlarının iptaline yol açtı. Artık dükkanlar maskeler satıyorlarmış, hesabedin. Okuyunca anladım neden Çinliler hep maskeyle gezmekte. Ne yapsın adamlar! 

 Bu haberin tamamen çevrilmiş hali değil ancak uzunca bir kısmını çevirdim. Altta ki linkte haberin kaynağı olan site ve fotoğrafları var. Özellikle tıklayıp girmenizi ve FOTOĞRAFLARI incelemenizi salık veririm. Gerçekten felaket boyutunda bir kirlilik var. Çok üzücü!Allah bizi korusun bu kanserojen kirlilikler ve çevresel yok oluşlardan.. Herşey bir yere kadar; UNUTMAYIN OKSİJEN OLMAZSA NEFES ALAMAYIZ; PARA CİĞERLERİMİZE GİRMEZ! 

  ÇİN HAVA KİRLİLİĞİ FOTOĞRAFLARI İÇİN TIKLAYIN 

  Siteden aldığım örnek iki fotoğraf koyuyorum aşağıya; Devamını görmek için linki tıklayınız.

  china  pollution

bp3

  KAYNAK WEB SİTESİ: http://www.boston.com/bigpicture/2013/01/chinas_skies_toxic_levels_of_p.html

25 Ocak 2013 Cuma

KUMARBAZ – 1867 – Dostoyevski Kitap Yorum

kumarbaz dostoyevski Dostoyevski benim dünyada okumaktan en fazla zevk aldığım yazardır. Külliyatını okudum; bunu derken gerçek manada irili ufaklı Türkçe'ye çevrilmemiş hikayelerini dahi okudum. Hatta birçok eserini defalarca okumuşumdur. Hastalık ya geçenlerde yeniden kaç kez okuduğumu bilmediğim Dostoyevski'nin herkesçe bilinen bir eserini yazacağım; " Kumarbaz "

 Eserin hikayesi de aslında Dostoyevski'nin Kumarbazı kadar ilginçtir. Dostoyevski yayıncısına yeni eseri için söz verir ve avans alır. Aralarındaki anlaşma şöyledir; Belli bir tarihe kadar bu eser yetişecektir yoksa yazarın gelmiş ve gelecek eserlerinin hepsinin yayın hakkını alacaktır. Bir ay kala yazar hiçbir şey yazmamıştır henüz. Arkadaşına dert yanar; arkadaşıysa ona bir yazıcı (stenograf) bulup bu işi halledebileceğini söyler. O stenograf ise ileride hayat arkadaşı olacağı Anna Grigoryevna'dır. :) Dehaların yaşamlarını okudukça hakikaten aslında baştan aşağı normalden çok uzak olduklarını görüyorum; fırsat buldukça önemli insanların hayat hikayelerini inceleyin ve izleyin derim.


YAKINDA DOSTOYEVSKİ EVİ MÜZESİ ZİYARETİM ve YAZIM DA GELİYOR.. ALTTA VİDEOSU VAR ŞİMDİLİK BAKIN DERİM..

Kumarbaz benim Dostoyevski eserlerinden favorim değildir. Ama çok güzel bir kitaptır.

  KONUSU: Rus soylusu General'in himayesinde öğretmenlik yapan Aleksey İvanoviç'in hayatından bir dönemi anlatır. 

  PEŞİNEN OKUNMALI!!! 
  Kumarbaz 17 bölüm ve 197 sayfadır. Bölüm bölüm özetini okumak için alttaki linki tıklayınız; karakterler ve bölüm özetini yaptığım Jpeg dosyasını indirebilirsiniz.

http://www.saaton.com/page94.html 

Kitap kısa; dönem dönem tam sıkıyor derken hemen hareket geliyor. 

 Dostoyevski'nin en sevdiğim yanlarından biri olan buram buram gizem kokusu her cümlede gizli. Aleksey ailenin hakkında düşüncelerini yazarken bilmediği bazı şeylerin olduğu ve bunların ne kadar önemli ve esrarlı şeyler olduğunu o kadar güzel anlatıyor ki kendinizi bu dünyaya kaptırmamanız mümkün değil. 

 Onuncu ve Ondördüncü bölümleri büyük bir dikkatle okumanızı tavsiye ederim. Duyguların üst noktaya çıktığı yerler. İki defa okudum; çünkü ilkinde ne oluyor burada diye hızlıca okuyup yutuyorsunuz; çok heyecanlı bölümler.. DUYGUUUUU 

Dostoyevski ve tahlil; kendisi de çok sıkı bir kumarbaz olan yazarımız; kumarı ve psikolojisini dümdüz anlatmış. Kütük gibi! Diğer eserlerinde bunu bulmanız zordur; çünkü yazar bir huyu, bunalımı buhranı ince ince işler, kaçırmamanız gerekir. Ama kumarbaz romanında sanıyorum zaman darlığından çat pat çut biraz özensizce diyebileceğimiz tarzda hızla yazmıştır. Kötü mü olmuş; hayır. Aksine Dostoyevski'nin ilk okuyacağınız romanıysa bu çok bile hoşunuza gidecektir; duygular hisler paket halindedir bu eserde. Bu şu demek; kumarhanede kumar duyguları vardır, odaya geçince artık o duygular fazla düşünülmez başka bir şeye geçilir gibi.. 

Kitapta kadın karakterler erkeklerden güçlü; bir çeşit kadınların dünyası ve savaşları var, erkekler piyon gibi.. 

 Dostoyevski'nin Rus Milliyetçisi ruhunun izleri de derindir Kumarbaz'da. Rus Miiletini tanımlar sık sık, fırsat bulunca da Avrupa uluslarına özellikle Fransız ve Almanlara sistematik eleştri yapar. :) Gözden kaçacak gibi değildir. Avrupa'nın genel çöküntü de olduğunu düşünmektedir de..

 Kumarbaz İletişim Yayınlarından okudum. Harika çeviri, 15 sene evvel başka yayınevinden de okumuştum; Oda idi sanırım hatırlamıyorum, o da iyiydi ama İletişim yayınevi varsa bir işin içinde bence o kitabı fazla tereddüt etmeden alın. Sonundaki başındaki yazıları da MUHAKKAK okuyun derim. Henri Troyat'ın Kumarbaz üzerine notu ve Gündüz Vassaf'ın sonsözü.. Çok önemli yazılar. 

 Kitaptaki herkes kumarbaz; adamımız zaten kumarbaz, General Fransıza malını ipotek ile kumar oynuyor, Fransız General'e borç vererek başka tür bir kumar oynuyor, Polina Fransız'a aşkıyla kumarda, babaanne de (Generalin halası) kumarda.. Bir tek Fransız kadın bence kazanıyor; o da eski kumarbaz artık hep garantiye gidiyor :) Nedir yani; hep bilmeden de olsa kumar mı oynuyoruz? Gözüken o! 

 Dönemin zenginlği, yaşam tarzı vs çok derine inmeden anlatılıyor. 

Paranın gücü... 

 Aşk var, Para var, Kumar var, Fahişelik var, Trajedi var, Paris var.. e daha da size 197 sayfada ne verebiliriz ki hayat hakkında? :)

SONUÇ: 

 Sanırım kısaca bu kadar yeter. Bu konu hakkında daha fazla konuşmak isteyen; fikir alışverişinde bulunmak isteyen ve ya Dostoyevski'nin herhangi bir eserine ulaşmak isteyen benimle temasa geçebilir. Kesinlikle okuyunuz; Dostoyevski YAŞAM DEMEKTİR.. 

ÖNEMLİ: SAKIN UNUTMAYIN "HOUSE ALWAYS WINS" sanırım Türkçesi "Kasa hep kazanır" 

18 Ocak 2013 Cuma

Saklı - Hidden - Caché - 2005 - Michael Haneke - Film Kritik Yorumlar


hidden saklı 2005Saklı Caché 2005 Mİchael Haneke imzalı. Film 1 saat 57 dakika sürüyor. Oyuncular Daniel Auteil, Juliette Binoche ve Maurice Bénichou. Filmin türüne drama derdim ama gerilimli drama desem daha yerinde.   
KONUSU: Evli bir çift bir gün, içinde kendilerinin olduğu ancak kendilerinden habersiz çekilmiş bir dizi video kaset almaya başlarlar.
ÖNEMLİ : Yazının geri kalanı filmden CİDDİ ANLAMDA BÖLÜMLER İÇERECEĞİNDEN, izlemeden okumamanızı tavsiye ederim.  
PEŞİNEN : İZLEYİN; güzel film 
 Hiç müzik ya da değişik açı hatta düşününce zum bile yapılmamış filmde. Film kamerası da mobese gibi. Zaten bazen video kasetlerdeki görüntüyle, film görüntüsü birbirine geçiyor. Yani filmi izliyormuş sanrısı içindeyken hop bir bakıyorsunuz aslında video kaset çalışıyormuş. Kasetlerde VHS :) özledim ya.. Sırf dekor olsun diye bir tane alacağım :) Velhasıl çok durağan çekimler. Bu benim çok hoşuma gitti. Belki yönetmen bunu farklı bri amaç uğruna yapmış ama benim aklımda son zamanlarda bu çeşit bir proje var; zamanla üzerinde çalışmaya başlayacağım. Tam bir metinini kafama yazayım.. 
  Filmin bence işlediği net bir şekilde yabancı düşmanlığı (ya da politikaları) ve entellektüel bir Fransız ailesinin buna tepkisi, öte yandan bunun bir kolu Georges"un vicdanı ve kendisi öte kolu da medya, gazetecilik ve mahremiyete saldırılarının terse dönüşü.

   

Şahsi fikrim o kasetleri gönderenin hakikaten kahramanımızın suçladığı Cezayirli Macit ve oğlu olduğu yönünde. Çünkü adamın bu kadar mahremiyetini ve özel ilişkisini bilen çocukluk arkadaşı Macit var. Macit'in amacı filmin sonunda oğlunun da belirttiği gibi Georges'un vicdanını teste sokuyor olması; çünkü göçmenı baba da oğul da her seferinde "muhtemelen sen benden çok daha kuvvetlisin beni döversin" söylemindeler. Makro düzeyden bana öyle geldi ki tüm Fransız vicdanını kurcalamaya çalışıyor. Sonuçta da tuvalette Georges "vicdanım gayet rahat, ne istiyorsun " diyince, oğlan hayretle ona "sadece bir insanın yaşamı sona erdi. vicdanın nasıl bilmek istiyordum" diyor. Yani olanlardan hiçbir suçluluk duymuyor. Bu noktada kişilere verdiği tepkiler bence Fransız toplumunun göçmenlerine verdiği tepkiler gibi gözükmekte. 

 Öte yandan psikolojik olarak adam hiç etkilenmemiş değil. Geçmişte müsebbibi olduğu hadiselerden biraz içi acımakta. Videloarda biraz vicdanın izlemesi gibi gibi.. Gerçekten de bir kaç kez aklından geçenleri, korkularını ve pişmanlığını görüyoruz.  İşin bence en ağır kısmı ise filmin sonunda geliyor. Macit intihar ediyor, Macit'in oğluyla konuşuyor, o günün sonunda eve dönüp uyku hapı alıp yatıyor. Rüyasında Macit'in yetimhaneye gidişi sahnesiyle bence aklından da Macit'i çıkarıyor. Ne güzel İstanbul.. Adam intihar etti, herkes rahatladı. 
 Adamın televizyon programcısı oluşu da bence bu gözleme-röntgen hadisesine vurgu yapan bir durum. Polise gittiklerinde polisin onlara dedikleri şu; ortada bir suç yok ki.. Gazeteciler, paparazziler vs her an her dakika insanların iznini almadan kamuya açık alanda insanların hayatlarını kayıt altına alıp, televizyonda yayınlayabiliyorlar. Bu da işin ter dönmüş boyutu olarak algılanabilir gibi geldi bana; mahremiyete izinsiz giriş...

     
Bu arada karı-kocanın aslında evliliklerinde bir takım sorunlar olması durumu da gözüme çarptı. Gerçekten bir güven, bireysellik ve aslında birbirlerini tanımama sorunsalı var; problem adamın yüzünden aileye musallat oluyor. Ama Georges, geçmişindeki hatadan kaynaklandığını düşünmesine ve kadının bu durumu anlamasına rağmen karısına bunu söylemiyor. Birincisi aslında birbirlerini çok da iyi tanımıyorlar ikincisi bireyselliklerini yenemiyorlar. (Georges burada sorunu kişiselleştiriyor; sapıklığı yapan adam Georges'a takıkmış gibi algılıyor. Aslında yanlışa düşüyor; çünkü artık "aile" olduklarını "BİZ" kavramına geçmesi gerektiğini atlıyor, sonucun herkesi etkilediğini kabullenmiyor. Dolayısıyla kadında "BEN" i devreye sokuyor, sorunun kendini de etkilediğini söylüyor kızarak; ikisi de bireysellikte sınırlardalar) ve nihayetinde güven eksikliğinden bahsediyor kadın; ki bunu söyleyenin kadın olması manidar (bir sofrada bunu belirtiyor bir de tartışma esnasında, iki kez!) çünkü muhtemelen iş arkadaşı Pierre ile gönül ilişkisi var. (Bunu hem restorandaki tavırlarından hem de oğlunun suçlamalarından çıkarabiliriz) Bu durumda zaten çok da sağlam temeller üzerinde olmayan Fransız burjuva aile yapısının en zor zamanlarda ne kadar çalkantılı durumlara düştüğünü gösteriyor desem yanılmış olmam sanırım. Ya da batı kültürüne bir eleştri olarak da algılayabiliriz bu durumu; bu değerler nihayetinde ortak batı değerleri.   
 Çok ilgimi çeken diğer bir nokta ise adamın oğlu kaybolunca ya da tüm bu kaset olayları dönerken tek yapabildiği polise gitmesi. Bu kadar değerli bir gazetecinin hiç bir tanıdığı, güvendiği adam vs yok. :) Bakın bunu burası gerçekçi olmamış demek için yazmıyorum; tam tersine ne kadar da gerçek diye belirtmek için yazıyorum. Adam asla ayrıcalıklı bir yardım alamıyor!
 Bu arada Juliette Binoche'nin performansını çok beğendim. Özellikle güven üzerine yaptıkları tartışma da adeta yanımda yapmışlarcasına etkilendim ve hayatın içinden bir kesit olarak aldım. BRAVO! 
 Birde intihar sahnesini kaçırmanız imkansız! " hadi be " demediyseniz şaşarım.. :)

Rosemary’nin Bebeği – Rosemary’s Baby – 1968 – Roman Polanski

rosemarys-baby-poster
rosemary'nin bebeği
Maalesef ki kötü bir huyum var; net konuşmak. Biliyorum insanlar bazen sırf bu huyum yüzünden hayal kırıklığına uğruyorlar. Ama ben de buyum. İşte Roman Polanski'nin apartman üçlemesinin ikinci filmi denilen Rosemary'nin bebeği ( Rosemary's baby 1968 )filmi de şerrimden nasibini alacak. Şöyle ki müthiş önce son film kiracı, ardından ilk film tiksinti gibi şahane yapıtlardan sonra bu film için ancak şunu diyebilirim; çok hafif! Affınıza sığınıyorum ama bir şeyleri fena halde ıskalamadıysam ki insanlar bunda ne bulmuş diye okuyorum; elle tutulur tek şey Rosemary's Baby zamanının çok satan kitabıymış. Türkiye'de 1971 de çevrilmiş kitap sanırım. Kitaba oldukça sadık kalındığı söyleniyor. Ben kitabı okumadım bilemiyorum. Kitabı okumadan da izlerseniz pek anlamazsınız diyen bir abimizi okudum. Yani velhasıl kitabı okumak önemli bu filmi izlemeden anladığım kadarıyla!  

 Her neyse PEŞİNEN: BENCE REPULSION ve TENANT ı bir kere izlediyseniz bunu izleyeceğinize dönün onları ikinci kez izleyin; illa ki izleyeceğim diyorsanız bu filmi hafif bir Polanski yapımı olarak düşünün.


  KONUSU: New York'ta evli bir çift yeni bir daireye taşınırlar. Komşularını tanıdıkça hayrete düşerler. 

  ORTAK NOKTALAR: Apartman üçlemesindeki görebildiğim ortak noktalar şunlar; hepsi kiracı, tik tak saat sesi, hep bir komşu dan piyano etüdü sesi inceden geliyor, dini figürleri simgeleyen bir heykel resim ya da rahibe hep var, hep bir cam açık tül havalanıyor ve sonuncusu da dolabın arkasından hep bir şey çıkıyor. Bu filmde bir şey öğrendim Anagram nedir! Bir sözcüğün içindeki harfleri kullanarak başka bir sözcük üretme.


                                              Neden beğenmedim? 

 Çünkü diğer iki film o kadar aklımı yordu ve üzerine söyleyecek o kadar çok şey vardı ki bu onların yanında gerçekten hafif kalmış. Bir kere sonu tam bir fiyasko. Belki kitabı okuyanlar zamanında hayran kalmıştır. Kabul! Ama Polanski diğer iki filmdeki o çizgisini bu filmde çok net doğaüstü ve garip benim için kabul edilemez bir son ile noktalayınca inandırıcılığı kalmıyor. Açıkçası kıza bir kumpas kuruluyor; ufak ufak besliyor bizi yönetmen, sinyaller gelince ben düşünüyorum tabii, tuzak var mı? kim yaptı? kız paranoya mı yapıyor? vs.. Ama sonuca da bak! Yani benimle dalga geçmek için bir son yapılmışsa hakikaten çok başarılı :) Ciddiye almayın sonunu gerçekten değmez!

 Tabii ki gerilimsel bir yönü var. Tamamen gerilim hatta. Ama yani "tenant" hatta ve hatta "Repulsion" daki gerilimle bu kıyaslanamaz bile.  Bu tabii benim görüşüm. Ama garip olaylar da olmamış değil filmle alakalı, Satanizm'i kuran adamın filmin çekimlerinde danışman olduğu söyleniyor. Sonra Polanski'nin eşi seri katil tarafından yine o dönemlerde öldürülmüş; yani bir dolu garip hikaye var. Ama tabii biz işin film boyutundayız.

 Bir de en iyi yardımcı oyuncu Oskar'ı Ruth Gordon'a verilmiş Minnie rolüyle.Çok da güzel oynamış meraklı komşu rolünü. Mia Farrow'da iyi ama beni muazzam etkilemedi.



  SONUÇ 
  Ben Rosemary'nin bebeği adlı filmi beğenmedim. Bunun sebebi ise çok net; diğer iki filmdeki ultra anlatım yüzünden belki de bu filme haksızlık ediyorum ama bu filmin de kısmeti bu kadarmış. Gerçekten bir zaman sonra  tekrar izleyeceğim. Belki o zaman daha anlamlı gelir film bana. Göreceğiz. DİĞER İKİ FİLME HÜCUM EDİN ONLAR ŞAHANE! ÖZELLİKLE REPULSION!   

17 Ocak 2013 Perşembe

Le Locatire – Tenant – Kiracı – 1976 – Roman Polanski – Film Yorumlar

kiracı afiş 1976KONUSU: Trelkovsky adlı Polonya göçmeni bir Fransız Paris'te yani bir daireye yerleşir ve komşularının pek de dostça olmayan tavırlarıyla mücadele etmek zorunda kalır. Film 1964 Roland Topor'un Le Locatire Chimerique Kiracı adlı romanından uyarlamadır.

  ÖNEMLİ: YAZACAKLARIM FİLMİN İÇERİĞİNDEN BAHSETMEKTEDİR; Her ne kadar kontrollü yazmaya çalıştıysam da ister istemez sahnelerden örnek verip anlatmak zorunda kaldım. BİLGİNİZE...

 Polanski'nin Apartman üçlemesi olarak geçen Repulsion (1965), Rosemary's Baby (1968), den sonra The Tenant 1976 son film; aslında yaptığım hata şu oldu; önce diğer ikisini izleyip sonra buna geçmeliydim. ilk bunu izleyince yapoacağım yorumu da etkileyecek.

  Film Psikolojik gerilim, 126 dakika sürüyor. Sıkıcı değil ama dikkat gerektiriyor.



Açıkçası ben filmi hızlı bile buldum. Uzun sessizliklerin olduğu türden bir film bence değil. Film içinde dönem dönem gelişen olaylar ve konuşmalar filme bence ivme kazandırmış.

Filmde Fransa'da yabancı düşmanlığı teması var. Düşünün yıllar sonra  Krzystof Kieslowski üçlemesindeki 1994 yapımı "white" geldi aklıma. İkisinde de Polonyalılık ve Fransa yabancı düşmanlığı teması var ve üçlemenin parçası. Hoş Polonyalılar da bir takım sebeplerden Avrupalılar tarafından pek sevilmezler işin gerçeği. Tabi bu yazının konusu bu değil ama burada tesadüf olduğunu düşünmüyorum pek.

 Trelkovsky karakterini ben çok gerçekçi buldum. Yani özellikle Avrupa'da bu tip insanlara rastlamak pek olağan. Adam aslında çok içine kapanık da değil ama çok sosyal de değil. Yani tam ortada. Bu da bence başına gelenleri herkesin başına gelebilecek durumlar olarak gösteriyor. Mesela bazen ben de biraz Trelkovsky'yim. Hayır demeyi de biliyor ama bazen de durumu olduğu gibi kabulleniyor. Mesela lokantada verdiği sipariş yerine başka şey gelince durumu kabulleniyor. Ancak karakterin dönüşümü bence istediği sigaranın yerine başka sigara gelince ve "tamam onu ver onu içerim artık, olsun" dediği anda başlıyor. Bu noktaya kadar, kendince insanların ondan olmasını istediği kişi olmaya direniyor hatta gülüp geçiyor. Ancak farklı marka sigarayı içmeye kendisi karar verince (ki bu karar kahramana yapılan baskıdan soğuyor aslında) o noktadan sonra değişiyor. Herşeyin ötesinde ise bence kimse onu bir kalıba sokmak istemiyor. Aslında dikkat edersek toplumsal hayatta ne kadar hoyrat ve kaba olduğumuzu, başkalarının varlığıyla pek de ilgilenmediğimizi, işimizi bir robot düzeniyle yaptığımızı açıkça göreceğiz. Mesela garson ezberlemiş sıcak çikolata getiriyor, yani o aslında kahramana istediğini getirmiyor, kafasında yer eden sıcak çikolata; olay bu. Hani bir markanın herkes nanelisini alır da sen aynı markanın adını söyleyince satıcı direk nanelisini verir ya ama sen karpuzlusunu istersin. Onun gibi bir durum.

 Bir de bence önemli bir ikinci noktada kilise sahnesindeki buhran. Rahip vaazında tensel zevklerden bahsederken birden müthiş bir vicdan azabına girip, kendini zorla kiliseden dışarı atıyor. Keza iki dakika evvel hoşlandığı kız ile bir sex randevusu daha koparmak için kilisede yanına yanaşmıştı. Bence Trelkovsky'nin kişilik bozulması ve bunalımlarının bir diğer sebebi de cinsel arzusu. Onu kadın lılığına sokan etkenlerden biri de, içindeki cinsellik arzusu kendini kadınlara karşı suçlu hissetmesine neden oluyor. Kadın kılığına girerek de bir çeşit empati kuruyor.

 Isabelle Adjani de herşeyden öte zannediyorum ki zamanında hayranlarına çok dudak ısırtmış bir ablamız.. İhtiyarlamış bu aralar ama olsun o kadar!




  Filmin sonunda ise herşey düşünülebilinir; tüm karakterlerin aslında olmadığı, ilk intihar edenin kendi olduğu, bir dolu şey çıkartabilirsiniz. Mesela ben tuvalete girip ayakta bekleyen insanlar konusunu çözemedim. Zaten kahramanımızda bir kez giriyor tuvalete; orada hiyeroglifler görüyor. Demek ki tuvalete girip ayakta duranlar o yazıyı okuyorlar. Peki o yazının anlamı nedir? bilemiyoruz. Tabii adamımız biraz paranoyak aslında adamlar muhtemelen orada ayakta durmuyorlar buna öyle geliyor. Ama onun zihninden düşünerek, beyin fırtınası yapıp, anlamaya çalışıyorum. Galiba adam o kadar yabancılaşmış ki, ona göre normal insanlar tuvalete girip aslında ayakta duruyorlar, işemiyorlar bile. Yani  kahramanımıza göre normal olan davranışlarda (en mahremleri olan tuvalette bile) bulunmuyorlar. Sonuçta Trelkovky'nin gerçekleri o kadar sapmış ki, diğer insanların tuvalete girip ayakta durduğunu düşünüyor sanırım. O tuvalet ile de şu an ki yaşadığı daire arasındaki alaka; (bu evde ondan önceki kiracının Mısıroloji Uzmanı olan intihar eden kadındır ya) helada hiyeroglifler bulunmasıdır. Zaten bir tek işeyen adam vardı; o da arkadaşı bunun lavabosuna işedi. Bir de evden kovulmak istenen diğer kiracı kadın milletin kapısının önüne sıçtı. Ama muhtemelen o kadın bunun hay gücünün bir ürünüydü. Yani Freud'un anal dönemini mi çağrıştırıyor bir yandan da diyesim geliyor içimden; zira üzerineydi sanırım parktaki çocuğu tokatlaması, küçük kızın bunun yüzünü takınması falan filan tam bir regresyon oluyor. Abartıyor muyum? :) hahahhah

 Bu filmi izlesem mi noktasına geldiyseniz; izlemeyin desem de durmayacaksınız.. :)  İyi seyirler..

Repulsion 1965 - Tiksinti - Roman Polanski - Film Yorumlar Kritik


repulsion tiksinti afişDünkü itirafımda şu yazar; bu film apartman üçlemesinin sonuncusu; izledikten sonra öğrendim :) (bkz: kiracı film kritik) tembellik ve ertelemecilik kadar nefret ettiğim iki huy daha yoktur. Ben de dün gece 1965 Roman Polanski yapımı "repulsion" "tiksinme" adlı filmi dün gece izledim. Film kimilerince göre gelmiş geçmiş en iyi kadın oyuncu performansı olarak kabul ediliyor. En iyi kadın oyunculuk diyorum! Bakalım nasılmış.. 
KONUSU : Carol ablasıyla yaşayan, sakin ve içine kapalı çok güzel bir genç kızdır. Ablasının bir haftalık tatile gitmesiyle yalnız kalır ve olaylar gelişir. 
DİKKAT: İZLEMEYENLER için FİLMİN İÇERİĞİNE DEĞİNECEĞİM. okumadan önce bunu biliniz. Film psikolojik-gerilim tabii bu terim kimi filmlerce hafif kimsine göreyse ağır; açık yazıyorum KORKU filmi. Gece, evde tek izlemeyin sabaha kadar oturursunuz.. bak bu lafımı ciddiye alın :)



        Hemen aklımdayken yazayım Catherine Deneuve ablamız çok güzel, gerçekten adının kallaviliği güzelliğinden olsa gerek. Belki güleceksiniz bana ama Hülya Koçyiğit bence ona benzerliğinden almış yürümüş. Elbette ki Hülya Koçyiğit'te çok büyük oyuncu ama benzerlikler ilk etkiyi hızlandırıyor; mesela ben her zaman Julia Roberts'ın ilk hamlesinde ona en çok yardımcı olan Audrey Hepburn benzeri gülüşü olduğunu düşünmüşümdür. Bilemiyorum belki de uyduruyorum..

 Film 104 dakika ve siyah-beyaz. Ancak sıkıcı değil. Yalnız sessiz ortamda sakince izlenmesi gerek. Film Polanski'nin çektiği ilk İngilizce film. 
 Yeniden beyin fırtınası ve bir çeşit özet; filmde olağanüstü doğaüstü bir durum yok. Her şey zaten psikolojik problemi olan kızımızın kötüye gitmesinden oluyor. Zaten ablasının erkek arkadaşı da asansörde "bacında bir gariplik var bilesin ha" diyor. Bu garipliği çalıştığı güzellik salonunda da herkes farkında. Ama insanlar kızımızı seviyorlar; "gençliktir olur" deyip pek üzerine varmıyorlar. Kızımız sessiz, sakin ve dalıp dalıp gitmekte. Sosyal değil, içine kapanık. Ama çok güzel. Kendi adına erkeklerden, cinsellikten tiksinip "repulsion" tam da tersine bu kadar güzel olması onun paradoksu. Yolda erkekler laf atıyorlar, bakıyorlar, asılıyorlar. Bunlar zaten o güzellikteki birinin başına gelebilecek olağan şeyler. Lakin zaten cinsellikten iğrenen kızımızı daha da frijit bir hale getiriyor. Erkeklerden tamamen uzaklaşıyor. 
 Kızımız Carole, ablasının erkek arkadaşıyla tatile gitmesiyle hayatında başka bir döneme geçiyor. Evde tek başına! Ancak problemin kaynağını filmin sonunda kendimizce öğreniyoruz; kuvvetle muhtemel zamanında babası Carol'e tecavüz etmiştir. Bunu çıkarmamız oldukça basit; filmin sonunda aile fotoğrafına dikkat edecek olursanız; kızın kin dolu bakışları babanın üzerinde ve özellikle çerçevede geri kalan aile üyeleri karartılmış. Tabii bu benim uydurmam da olabilir derseniz; kendimi savunma adına çatırdayan evin duvarı sahneleri ve evin duvarından çıkan ellerin Carol'ü nasılda cinsel anlamda sardığına bakınız derim. Carol aslında küçükken uğradığı tacizi hiç yenememiş; hep üzerinde. Bu olaylar gelişmeden evvel de ablasına "duvar çatırdamış tamir ettirelim lütfen" diyor. En güvendiğimiz, kalemiz olan evimizin duvarları çatlamış ve evimizin duvarları biz ona yaslandığımız anda ya da beklemediğimiz anda bizi taciz ediyor. Belli ki babası evin duvarı olmuş ve kız kafayı üşütmüş. Velhasıl bir çeşit ensest kurbanı olmuş kızımız. Ablasının erkek arkadaşı evli bir adam. Kötü bir durum bu! Zaten ablasına "evli bu" diyor. Ablası da "sen karışma" diyor. Ama olay şu; ablasını annesi gibi görüyor Carol; bu durumda ablasının erkek arkadaşı da babası oluyor. Zaten adam usturasıyla ve diş fırcaçsıyla Carol'ün bardağını onun rızası olmadan zorla (özelini ya da bardağına girmiş; bakın cinsel anlamda düşünün vajina ve penis, Freud vari neler çıkmaya başlıyor) işgal etmiş. Sanırım ablasının bu adamla artık beraber fikri, ikisi İtalya'ya tatile gidince Carol'ün aklına yerleşiyor ve tüm korkularının geri gelip zank diye deliliğini tetikliyor. Yani sanırım onu esas delirten olacaklar; yani ablasıyla sevgilisinin geri dönüşünü beklerken kafasında kurduğu, ablasının sevgilisinin yani babasının ona tekrar zorla sahip olacağı fikri. Zaten adam kızdan makas alırken adamdan tiksinerek kaçtığı sahne de, kızın bakış açısı hakkında bazı ipuçları vermekte. Unutmadan yazmam da fayda var; yüzülmüş tavşanın kafasını kesmesi, zannediyorum yine bahsi geçen ablasının erkek arkadaşını kastrasyon edişini sembolize ediyor.

     
Öte yandan sadece ablasının erkek arkadaşı değil hayatındaki her erkekte bir zorbalık var; yolda gördüğü işçi ahlaksız bir laf ediyor, bununla çıkmak isteyen çocuk evin kapısını kırıyor ev sahibi eve gelince buna tecavüze kalkışıyor vs. Zaten Carole'e nöbetlerinde kaba saba hayali bir adam gelip zorla tecavüz etmekte. Filmin sonunda da ablasının yatağının altına saklanmış olması da oldukça manidar. Bir de şu var; Carole'e babasını sembolize eden adam, kimse ona yardım etmezken tutup hastaneye götürmek üzere kucaklıyor; sanki çocuğu gibi o da inceden bir bakıyor ona.. ilginç bir durum. 
 Artık yorulduk; bitirmeden evvel büyüyen salon küçülen tuvaletleri ve tabii tavşanı da atlamadan buyrun son bir kaç anahtar kelime verelim; Alis Harikalar diyarında; (Lewis Carroll) - şizofreni ... 
 Catherine Deneuve'nun performansı tek kelimeyle şaheser. İnanılmaz bakışlar, sessizlik ve anlatım. Bu kadar güzel olup da bu rolü böylesine ustaca kotarmak hakikaten çok zor iş. Güzellik başa bela derler ya bu kadın için öyle ama o kadar iyi oyuncu ki Carole karakterini, büyüleyici güzelliğinin önüne çıkartıp bize o hissi vermiş. İspatını veriyorum; bir sahnede sonlara doğru çıplak gibi yerde yatıyor. O sahnede bu kadar güzel bir kadının vücudunu gördüğünüz mü aklınıza geldi yoksa bir ruh hastasının hezeyanlı anı mı? Libido ölçer psikolojik test sorusu gibi oldu biraz :) ama hakikaten bence o sahnede cinsellik akla pek gelmiyor. 
SONUÇ Bu kadar yazmışım nasıl izlemeyin diyebilirim. Kesin kes izleyiniz!

R’ha – Kaleb Lechowski – Bilim Kurgu Kısa Film

Merhaba

 Dünyayı sarsan değerli bir kardeşimiz çıktı; çok yeni daha; adı is Kaleb Lechowski. (Bu soyad pırlanta gibi sanırım her an bilim kurgu patlatması yaşatabiliyor, bkz Matrix) Bu 22 yaşındaki Alman kardeşimiz; Berlin'de Mediadesign Hochschule okulunda dijital film tasarımı üzerine ihtisasını yapıyormuş. R'ha ismini verdiği kısa filmi Öğreniminin ilk yılında ve 7 aylık bir çalışmanın sonunda ortaya çıkarmış. Üç Boyutlu işler hakikaten benim tecrübemin de, dürüstçesi fikrimin de pek olmadığı bir alan. Ancak tek bildiğim çok güçlü bilgisayarlar ve üst düzey teknik bilgi + yaratıcılık lazım. Filmi izleyince anlayamadım, neden bu denli abartılmış diye. Bildiğimiz film işte dedim.. Sonra biraz kurcalayıp bakınca bulduğum kadarıyla sorun tam da burada aslında; çocuk tek başına bildiğimiz Hollywood Bilim-Kurgu filmi çekmiş! İnsanlar hayretlerle karşılıyor bunu tek başına nasıl başarmış diye. sadece sesleri Hartmut Zeller, dublajı Dave Masterson adlı kişiler yapmış.

 


                                              Hangi Programları Kullanmış 

Genelde Maya kullanmış; animasyonlar, rigging, shading ve rendering için Mental Ray kullanmış. Blender da modellemiş neredeyse herşeyi ve yaratığın tasarımı be birçok şeyi boyamak için zBrush kullanmış. Son olarak da Nuke ve After Effects kullanarak işi bitirmiş. Hiç ukalalık yapmaya gerek yok; Afetr Effects hariç hiç bir programı duymadım. Eminim ki  konuyu bilenlerin alışkın olduğu programlar. Arkadaşın blogu alttaki adres daha fazla bilgi isteyen okuyabilir; üstte benim sitenin adresi var girin gezin birşey lazım olursa iletişime geçin. Hayat güzel keyfini çıkarın ve altta ki R'ha Adlı kısa filmimiz için de iyi seyirler diliyorum ... :) 

  http://kaleblechowski.tumblr.com/


4 Ocak 2013 Cuma

Anna Karenina 2012 Keira Knightley - Jude Law Film Eleştrisi

Dans sahnesi harika olmuş.. kitaptakini çeksem bu kadar hayal ederim. Aslında kafam da karışık bu konuda acaba kitabı nasıl anlatmış mı diye baksam yoksa bu bağımsız bir film diye mi? gerçekten buna karar vermek zor. Çünkü çıkış noktası klasik bir kitabı anlatmak. Bu kadar ağır bir yükün altına giriyorsanız, ağır eleştirilere de hazır olmak lazım. 

 Tiyatral hava var; sahne değişen dekorlar. ilginç olmuş altta fragmanda da var zaten film öyle devam ediyor;

 

 BAzı sahnelerde Soft filtre kullanılmış, çok da hoşuma gitti inanın çok güzel olmuş.. 

 Film sanki kitabı okuyanların hayalgücünü zenginleştirip, olayları gözlerinin önüne getirmekte yardımcı olmak için yapılımş. Kitabın çok gerisinde. Kıyaslamam bile. Mesela Levinin evi, salon sahneleri ve özellikle de levin ve kitinin kelime oyunu sahnesini kafamda çok net şekillendirdi film.

 Keira Knightley'in performansını beğenmedim. Üzgünüm zaten ilk duyduğumdan beri hiçbir kadınsı yönü olmayan bu arkadaşın neden bu role alındığını da anlamış değilim.

Kitiyi oynayan alicia vikander bence gecenin Jude Law'dan sonra elbette ki en göze çarpan ismi. Devleşme şansını kaçırmış. Bana kalırsa bu tarihi fırsatı kaçırma nedeni ise oyunculuğundan ziyade özellikle bunalımdaki zamanlarını, Vronski'den sonraki çöküşünü makyaj ve kendisine gerekli zamanın ayrılmamasından kaynaklanıyor. Jude Law zaten şahane. Vronski de bence normal oynamış. 

 Büyük eserlerin filmi çok sağlıklı olmuyor. yine de adamlar başarılı yapmışlar diyebilirim. verebileceğini hızlıca vermiş, ama levin ile kitiye kitaba sadık kalarak biraz daha zaman ayırmalıymış. Bazı detayları veriyor, çarpıcı ama kitabı okumayan asla anlayamaz. çünkü devamı zaman darlığından gelmiyor 

 BUNLAR BEYİN FIRTINASIDIR.. DEVAMINI YAZACAĞIM