17 Ocak 2013 Perşembe

Le Locatire – Tenant – Kiracı – 1976 – Roman Polanski – Film Yorumlar

kiracı afiş 1976KONUSU: Trelkovsky adlı Polonya göçmeni bir Fransız Paris'te yani bir daireye yerleşir ve komşularının pek de dostça olmayan tavırlarıyla mücadele etmek zorunda kalır. Film 1964 Roland Topor'un Le Locatire Chimerique Kiracı adlı romanından uyarlamadır.

  ÖNEMLİ: YAZACAKLARIM FİLMİN İÇERİĞİNDEN BAHSETMEKTEDİR; Her ne kadar kontrollü yazmaya çalıştıysam da ister istemez sahnelerden örnek verip anlatmak zorunda kaldım. BİLGİNİZE...

 Polanski'nin Apartman üçlemesi olarak geçen Repulsion (1965), Rosemary's Baby (1968), den sonra The Tenant 1976 son film; aslında yaptığım hata şu oldu; önce diğer ikisini izleyip sonra buna geçmeliydim. ilk bunu izleyince yapoacağım yorumu da etkileyecek.

  Film Psikolojik gerilim, 126 dakika sürüyor. Sıkıcı değil ama dikkat gerektiriyor.



Açıkçası ben filmi hızlı bile buldum. Uzun sessizliklerin olduğu türden bir film bence değil. Film içinde dönem dönem gelişen olaylar ve konuşmalar filme bence ivme kazandırmış.

Filmde Fransa'da yabancı düşmanlığı teması var. Düşünün yıllar sonra  Krzystof Kieslowski üçlemesindeki 1994 yapımı "white" geldi aklıma. İkisinde de Polonyalılık ve Fransa yabancı düşmanlığı teması var ve üçlemenin parçası. Hoş Polonyalılar da bir takım sebeplerden Avrupalılar tarafından pek sevilmezler işin gerçeği. Tabi bu yazının konusu bu değil ama burada tesadüf olduğunu düşünmüyorum pek.

 Trelkovsky karakterini ben çok gerçekçi buldum. Yani özellikle Avrupa'da bu tip insanlara rastlamak pek olağan. Adam aslında çok içine kapanık da değil ama çok sosyal de değil. Yani tam ortada. Bu da bence başına gelenleri herkesin başına gelebilecek durumlar olarak gösteriyor. Mesela bazen ben de biraz Trelkovsky'yim. Hayır demeyi de biliyor ama bazen de durumu olduğu gibi kabulleniyor. Mesela lokantada verdiği sipariş yerine başka şey gelince durumu kabulleniyor. Ancak karakterin dönüşümü bence istediği sigaranın yerine başka sigara gelince ve "tamam onu ver onu içerim artık, olsun" dediği anda başlıyor. Bu noktaya kadar, kendince insanların ondan olmasını istediği kişi olmaya direniyor hatta gülüp geçiyor. Ancak farklı marka sigarayı içmeye kendisi karar verince (ki bu karar kahramana yapılan baskıdan soğuyor aslında) o noktadan sonra değişiyor. Herşeyin ötesinde ise bence kimse onu bir kalıba sokmak istemiyor. Aslında dikkat edersek toplumsal hayatta ne kadar hoyrat ve kaba olduğumuzu, başkalarının varlığıyla pek de ilgilenmediğimizi, işimizi bir robot düzeniyle yaptığımızı açıkça göreceğiz. Mesela garson ezberlemiş sıcak çikolata getiriyor, yani o aslında kahramana istediğini getirmiyor, kafasında yer eden sıcak çikolata; olay bu. Hani bir markanın herkes nanelisini alır da sen aynı markanın adını söyleyince satıcı direk nanelisini verir ya ama sen karpuzlusunu istersin. Onun gibi bir durum.

 Bir de bence önemli bir ikinci noktada kilise sahnesindeki buhran. Rahip vaazında tensel zevklerden bahsederken birden müthiş bir vicdan azabına girip, kendini zorla kiliseden dışarı atıyor. Keza iki dakika evvel hoşlandığı kız ile bir sex randevusu daha koparmak için kilisede yanına yanaşmıştı. Bence Trelkovsky'nin kişilik bozulması ve bunalımlarının bir diğer sebebi de cinsel arzusu. Onu kadın lılığına sokan etkenlerden biri de, içindeki cinsellik arzusu kendini kadınlara karşı suçlu hissetmesine neden oluyor. Kadın kılığına girerek de bir çeşit empati kuruyor.

 Isabelle Adjani de herşeyden öte zannediyorum ki zamanında hayranlarına çok dudak ısırtmış bir ablamız.. İhtiyarlamış bu aralar ama olsun o kadar!




  Filmin sonunda ise herşey düşünülebilinir; tüm karakterlerin aslında olmadığı, ilk intihar edenin kendi olduğu, bir dolu şey çıkartabilirsiniz. Mesela ben tuvalete girip ayakta bekleyen insanlar konusunu çözemedim. Zaten kahramanımızda bir kez giriyor tuvalete; orada hiyeroglifler görüyor. Demek ki tuvalete girip ayakta duranlar o yazıyı okuyorlar. Peki o yazının anlamı nedir? bilemiyoruz. Tabii adamımız biraz paranoyak aslında adamlar muhtemelen orada ayakta durmuyorlar buna öyle geliyor. Ama onun zihninden düşünerek, beyin fırtınası yapıp, anlamaya çalışıyorum. Galiba adam o kadar yabancılaşmış ki, ona göre normal insanlar tuvalete girip aslında ayakta duruyorlar, işemiyorlar bile. Yani  kahramanımıza göre normal olan davranışlarda (en mahremleri olan tuvalette bile) bulunmuyorlar. Sonuçta Trelkovky'nin gerçekleri o kadar sapmış ki, diğer insanların tuvalete girip ayakta durduğunu düşünüyor sanırım. O tuvalet ile de şu an ki yaşadığı daire arasındaki alaka; (bu evde ondan önceki kiracının Mısıroloji Uzmanı olan intihar eden kadındır ya) helada hiyeroglifler bulunmasıdır. Zaten bir tek işeyen adam vardı; o da arkadaşı bunun lavabosuna işedi. Bir de evden kovulmak istenen diğer kiracı kadın milletin kapısının önüne sıçtı. Ama muhtemelen o kadın bunun hay gücünün bir ürünüydü. Yani Freud'un anal dönemini mi çağrıştırıyor bir yandan da diyesim geliyor içimden; zira üzerineydi sanırım parktaki çocuğu tokatlaması, küçük kızın bunun yüzünü takınması falan filan tam bir regresyon oluyor. Abartıyor muyum? :) hahahhah

 Bu filmi izlesem mi noktasına geldiyseniz; izlemeyin desem de durmayacaksınız.. :)  İyi seyirler..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder